NECDET ŞANSAL
Köşe Yazarı
NECDET ŞANSAL
 

URFA’DA EL İŞÇİLİĞİ

Geçmişte Urfa’da giyim eşyası denilince ilk akla gelen erkekler için, Kürk ve abadır. Şehirli Kadınların ise giydikleri çarşaftır. Kürt kökenli köylü kadınların örtündükleri giysinin adı ihramdır. İhramın Kürtçe adına hıram denilir. Hıram yünden çok ince eğrilerek iplik haline getirilerek el tezgahında ortalama üç metre ebatında dokunan ince beyaz bir giysidir. Genç kızlar sokağa çıktıklarında ise yine tarihi bir sanat olan culha tezgahında yapılmış futa denilen bir kumaşı üstlerine örterlerdi. Culha denilen tezgahlar da çeşitli giyim eşyaları ve kilimler yapılırdı. Culha mesleğini yapanlara culhacı denilir. Kısaca geçmişin organize sanayi olan üçlü, kürkçülük, keçecilik, ve culhacılıktır. Şimdi yazımızın konusu olan kürkçülükten biraz söz edelim. Bu üç sanata akraba sanatlar denilebilir. Zira çoğunun ham maddesi doğal yündür.  Kürkçülük sanatı diğer el sanatlarında olduğu gibi tarihe karışma sürecine girmiştir. Zira eski dönemlerde ortalama iki yüz kürkçü esnafından, şimdi 6- 7 esnaf kalmıştır. Yeterli sayı oluşmadığından dernekleri fesih olmuştur.  Bu nenle tarihi sanatları icra eden esnafların tüzel kimlikleri  yok oluyor. Oysa devletin esnafla ilgili kurumları geleneksel sanatlarını koruyarak, bunlar için ayrıcalık özel uygulama getirmeleri gerekir. Ezcümle sayıları yeterli olmasa da bu esnaflara oda kurma hakları verilmelidir. Çünkü bu el sanatları tarihsel kültürümüzün tarihsel kimliğimizin birer yapı taşlarıdır denilebilir. Bu konuyu Kürkçüler derneğinin fesih olmadan önceki son başkanı Şerif Aykuteli ile konuştuk. Şerif başkan 30 yıl kürkçüler derneği başkanlığını,  60 yıldır ise kürkçülük yaptığını belirtiyor. Şimdi yaşlandığını emekli olduğunu bu işi yapmadığını söylüyor.  Bu işe başladığında 170 kürkçü esnafının olduğu bilgisini veriyor. Şerif usta kürkçülük sanatının en zor sanatlardan biri olduğunu, kuyumculuk kadar titizlik ve incelik gerektirdiğini belirtiyor. Kürkçülükte diğer el işleri ürünlerinde olduğu gibi sınıfsal boyutu da vardır. Örneğin bir zengin, ağa kürkü altın kadar kıymetli ve değerli olur. Zira bir ağa kürkü süt içmemiş yeni doğmuş ortalama 35- 40 kuzu derisinden itinayla bir kuyumcu titizliğiyle yapılır. Yani hepsi bir kıyas kıvırcık olur. Buna makas değmemiş denilir. Halbuki kürkçü derilerin kıvırcık tüylerini bir kıyasa getirmek için zorunlu olarak makas kullanır. Normal halk kürkü ise ortalama 15- 20 koyun derisinden yapılır. Fiyatı da ağa, zengin kürküne göre oldukça ucuz olur. Ayrıca köylerde ağaların yanında çalışan azap denilen işçilerin giydikleri kürkler olurdu. Şerif usta bu iş için yani azap kürkleri için geçmişte kürkçüler köylere gider, daha evvel köyde kendilerinin yapması için saklanan derileri yerinde yapar, onlara teslim eder ücretlerini alırlardı diyor. Ayrıca Bir de sarı renkte çocuk kürkü yapılırdı. Kürkçülük ve keçecilik akraba mesleklerdir dedik. Nasıl ki kürkçüler bir dönem köylere de gider kürk yapardılar ise keçeciler ise keçe yapmaya yukarı doğu illerine giderlerdi. Çünkü o dönemlerde doğuda hayvancılık çok yapılır. Hayvan sayısı oldukça fazladır. Keçenin ham maddesi olan kuzu yünü oldukça fazladır. Şurada bu yazıda bu konuyla ilgili geçmişte, siyasi olmayan bir bilgi vermek isterim. Urfalı keçeciler Van, Kars, Iğdır gibi şehirlere gittikleri zaman, siyasi düşünülmeyen bir şekilde Kürdistan’a gittik diye söylerdi. Bunu o zamanlar duyduğumda  şimdi yorumladığımda bu sözcüğün Osmanlı devleti döneminde bölgenin adının Kürdistan olduğu için bu sözcüğü halkın doğal olarak kullandığı şeklindedir. Yazımızı kürkçüler ve keçeciler arasında söylenen bir olay veya efsaneyle bitirelim. Kürkçü ve keçeci esnafı genelde aynı kahvede otururlar. Bir kürkçü bir gün keşke bu sene kuzular çok ölse derilerinden kürk yapar iyice kazanırız, keçeci ise kuzular erken ölmezse yünlerinden iyice keçe yaparız der. bu şekilde tartışırlar sonra bir keçeci bir kilodan fazla gelen keçeci tokmağını bir kürkçünün başına vurur, keçeci orada ölur. Efsaneye göre keçeciler kürkçülere kan parası olarak her keçeci her sene bir lebbik, yani bir avuç yün verirler, bu hala devam eder. Tekrar etmemiz gerekir ki Urfa el işleri sanatı yazı dizisinde, amacımız bir dönemin geçme sürecine giren bir sanatı, kültürü yeni kuşaklara aktarmaktır.   
Ekleme Tarihi: 19 Kasım 2022 - Cumartesi

URFA’DA EL İŞÇİLİĞİ

Geçmişte Urfa’da giyim eşyası denilince ilk akla gelen erkekler için, Kürk ve abadır. Şehirli Kadınların ise giydikleri çarşaftır. Kürt kökenli köylü kadınların örtündükleri giysinin adı ihramdır. İhramın Kürtçe adına hıram denilir. Hıram yünden çok ince eğrilerek iplik haline getirilerek el tezgahında ortalama üç metre ebatında dokunan ince beyaz bir giysidir. Genç kızlar sokağa çıktıklarında ise yine tarihi bir sanat olan culha tezgahında yapılmış futa denilen bir kumaşı üstlerine örterlerdi. Culha denilen tezgahlar da çeşitli giyim eşyaları ve kilimler yapılırdı. Culha mesleğini yapanlara culhacı denilir. Kısaca geçmişin organize sanayi olan üçlü, kürkçülük, keçecilik, ve culhacılıktır. Şimdi yazımızın konusu olan kürkçülükten biraz söz edelim. Bu üç sanata akraba sanatlar denilebilir. Zira çoğunun ham maddesi doğal yündür.  Kürkçülük sanatı diğer el sanatlarında olduğu gibi tarihe karışma sürecine girmiştir. Zira eski dönemlerde ortalama iki yüz kürkçü esnafından, şimdi 6- 7 esnaf kalmıştır. Yeterli sayı oluşmadığından dernekleri fesih olmuştur.  Bu nenle tarihi sanatları icra eden esnafların tüzel kimlikleri  yok oluyor. Oysa devletin esnafla ilgili kurumları geleneksel sanatlarını koruyarak, bunlar için ayrıcalık özel uygulama getirmeleri gerekir. Ezcümle sayıları yeterli olmasa da bu esnaflara oda kurma hakları verilmelidir. Çünkü bu el sanatları tarihsel kültürümüzün tarihsel kimliğimizin birer yapı taşlarıdır denilebilir. Bu konuyu Kürkçüler derneğinin fesih olmadan önceki son başkanı Şerif Aykuteli ile konuştuk. Şerif başkan 30 yıl kürkçüler derneği başkanlığını,  60 yıldır ise kürkçülük yaptığını belirtiyor. Şimdi yaşlandığını emekli olduğunu bu işi yapmadığını söylüyor.  Bu işe başladığında 170 kürkçü esnafının olduğu bilgisini veriyor. Şerif usta kürkçülük sanatının en zor sanatlardan biri olduğunu, kuyumculuk kadar titizlik ve incelik gerektirdiğini belirtiyor. Kürkçülükte diğer el işleri ürünlerinde olduğu gibi sınıfsal boyutu da vardır. Örneğin bir zengin, ağa kürkü altın kadar kıymetli ve değerli olur. Zira bir ağa kürkü süt içmemiş yeni doğmuş ortalama 35- 40 kuzu derisinden itinayla bir kuyumcu titizliğiyle yapılır. Yani hepsi bir kıyas kıvırcık olur. Buna makas değmemiş denilir. Halbuki kürkçü derilerin kıvırcık tüylerini bir kıyasa getirmek için zorunlu olarak makas kullanır. Normal halk kürkü ise ortalama 15- 20 koyun derisinden yapılır. Fiyatı da ağa, zengin kürküne göre oldukça ucuz olur. Ayrıca köylerde ağaların yanında çalışan azap denilen işçilerin giydikleri kürkler olurdu. Şerif usta bu iş için yani azap kürkleri için geçmişte kürkçüler köylere gider, daha evvel köyde kendilerinin yapması için saklanan derileri yerinde yapar, onlara teslim eder ücretlerini alırlardı diyor. Ayrıca Bir de sarı renkte çocuk kürkü yapılırdı. Kürkçülük ve keçecilik akraba mesleklerdir dedik. Nasıl ki kürkçüler bir dönem köylere de gider kürk yapardılar ise keçeciler ise keçe yapmaya yukarı doğu illerine giderlerdi. Çünkü o dönemlerde doğuda hayvancılık çok yapılır. Hayvan sayısı oldukça fazladır. Keçenin ham maddesi olan kuzu yünü oldukça fazladır. Şurada bu yazıda bu konuyla ilgili geçmişte, siyasi olmayan bir bilgi vermek isterim. Urfalı keçeciler Van, Kars, Iğdır gibi şehirlere gittikleri zaman, siyasi düşünülmeyen bir şekilde Kürdistan’a gittik diye söylerdi. Bunu o zamanlar duyduğumda  şimdi yorumladığımda bu sözcüğün Osmanlı devleti döneminde bölgenin adının Kürdistan olduğu için bu sözcüğü halkın doğal olarak kullandığı şeklindedir. Yazımızı kürkçüler ve keçeciler arasında söylenen bir olay veya efsaneyle bitirelim. Kürkçü ve keçeci esnafı genelde aynı kahvede otururlar. Bir kürkçü bir gün keşke bu sene kuzular çok ölse derilerinden kürk yapar iyice kazanırız, keçeci ise kuzular erken ölmezse yünlerinden iyice keçe yaparız der. bu şekilde tartışırlar sonra bir keçeci bir kilodan fazla gelen keçeci tokmağını bir kürkçünün başına vurur, keçeci orada ölur. Efsaneye göre keçeciler kürkçülere kan parası olarak her keçeci her sene bir lebbik, yani bir avuç yün verirler, bu hala devam eder. Tekrar etmemiz gerekir ki Urfa el işleri sanatı yazı dizisinde, amacımız bir dönemin geçme sürecine giren bir sanatı, kültürü yeni kuşaklara aktarmaktır.   

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.