NECDET ŞANSAL
Köşe Yazarı
NECDET ŞANSAL
 

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -144-

Değerli okurlar eski Urfa kışları ile ilgili yazı dizisi beşinci bölümle sona eriyor. Haklı olarak denilebilir ki sanki Urfa kışları çok sert mi geçer veya çok fazla kar mı yağardı. Evet, eskiye oranla Urfa kışları çok sert geçer, daha çok kar yağardı. Kışın soğuk günlerinde damların, duvarların üstleri buz tutar, uzun buz sarkıtları oluşurdu. Bu nedenle Evliya Çelebi eski Urfa kıları ile ilgili doğru bir tesbit yaparak “ Urfa’nın yazı yaz, Kışı kış” demiştir. Ancak son yıllar da yağmurla birlikte kar da az yağar oldu. Bu yıl belki Urfa'da kırk elli yıldır böyle kurak bir mevsim yaşanmadı. Bunlar doğru, Ama bu yazı dizisindeki amaç ilimizin eski dönemde ki sosyal ekonomik kültürel yapısını da bununla birlikte ortaya koymak. Zira sosyal hayat ekonomik hayatın bir devamıdır. Sosyal hayat ekonomik gerçeklikten soyutlanamaz. Ayrıca gerçekleri belirtmek gerekirse, toplumda farklı ekonomik sınıflar vardır. Zengin ve yoksul vardır. Hepimiz aynı gemilerde değil, farklı gemilerdeyiz. Doğruları belirtmek, sınıflar arasında denge sağlamak yanlış olmasa gerektir. Asıl konumuz eski Urfa sosyal yaşamı ile ilgilidir. Ancak geçmişe bir yolculuk yaparken böylesi doğru tespitler yapmak, bilgilendirme de bulunmak, yeni nesillere dilimiz döndüğü kadar kalemimiz yettiği kadar doğruları yazmak amacı güdüldü. Çünkü çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Değer yargıları değişiyor örf adetler de bir kültürel erozyon yaşanıyor. Sağlıklı bir toplumun eski çağı ve bu yeni çağı anlaması için tarih ve sosyal bilinç olması gerekiyor. Daha açık bir deyimle bu günü bilmek için dünü bilmek doğru sentezler yapmak gerekiyor. Doğrusunu isterseniz eski Urfa’nın üretim yapısı ilişkileri neredeyse kış aylarına odaklanmıştı. O dönemler de Urfa’da daha evvel değindiğim gibi ünlü bir söz vardı. Zehreyi içeri koydun mı korkma sözü kış korkusunu dolaysıyla eski Urfa kışının önemini belirtir. Genelin düşüncesini belirten bu eski söz ileri yazdığım bilginin gerçekliğini belirtir. Konumuza gelirsek. Urfa’da kış için bütün hazırlıklar yapılmış kış ayına girilmiş olur. Hayat neredeyse yarı yarıya durmuş durumda olurdu. Dükkânlar erken kapatılır evin yolu tutulurdu. Zaten devrin gereği koşmaca yok. Isınma aracı daha çok kışın bizim tandır dediğimiz dört köşe dört ayaklı normal büyüklükte yerden yaklaşık bir metre yükseklikte tahtadan yapılmış bir nevi küçük bir masanın altına mangal da yarı sönmüş kömür ateşinin üzerine konur. Bu tandırın üstüne yorgan atılır, soğuk kış günlerinde aile bazen komşular birlikte tandıra girerler, saatlerce kalırlar sohbetler yapılırdı. Ünlü Urfa meselleri masalları anlatılır, zevkle dikkatlice dinlenir. Hele kar yağmışsa gel keyfim gel olurdu. Dışarı soğuk içeri sıcak, sanki masallar diyarına gidilmiş gibi olurdu. Çünkü dışarı soğuk, içeri sıcak olunca bir başka olurdu masallar, meseller. Ayrıca kar toplanır, sahanlara konulur, karın üzerine doğal halis pekmez katılır, bizim karlamaç dediğimiz bu soğuk tatlı yiyecek tandır altında büyük bir keyifle yenilirdi. Konumuzu ünlü bir kar meselesi ile bitirelim. Yaklaşık bir asır önce Urfa’ya kırk gün kırk gece kar yağar, o devri gören yaşayan büyüklerin anlattıklarına göre dam boyu yani üç dört metre kar yağar. Bir sokakta bir evden diğer eve gitmekte bile zorluk çekilir. İşte böyle çetin kış günlerinde Van’dan bir ticaret kervanı Halep e gitmek üzere yola çıkar. Urfa tarihi kış günlerini yaşıyor şehir e giren Van kervanı, kar soğuk fırtına bir hana gitmek ister. Önlerine çıkan büyük bir eve han Han zannederek girerler. Oysa burası Mirdasi aşiretinin ileri gelenlerinden, aynı zaman da Urfa eşrafından Şimdi Karaçizmeli soyadı ile bilinen Aile büyüğü Fazıl efendinin haremlik dışın da, misafirler bölümüdür. Burada yedi sekiz odalı selamlık, bir de hayvanlar için ahırları olan misafir bölümüne girerler. Kırk gün burada kalırlar. Her gün yiyecekleri gelir yerler. Hayvanlarına yem verilir, Kar durunca kervan hazırlanır yola çıkacaktır. Kervanbaşı han zannettikleri yerin ücretini vermek için han sahibi nerde diye sorar. Fazıl efendi gelir beyler der, burası han değil, bu evin sahibi ben filanım der, ve siz benim bu kadar gündür misafirim oldunuz. Ayıp değil mi ne parası der. Böyle bir misafirperverlik konusun da kervandakiler, büyük bir memnuniyet duyarlar, mahcubiyet duyarlar. Halep e giderler ilkbaharda Urfa’ya gelirler. Bazı hediyeler getirirler. Fazıl Efendi bu hediyeleri istemez, ısrarla verirler. Bu aile ile Vanlı kervan sahipleri arasında dostluk gidip gelme başlar. Epey bir süre devam eder. Bu Karaçizmeli ailesinden, daire ev komşum, Sayın Sami Kara çizmelinin anlattığına göre, Vanlı kervan beyi yıllar sonra, on beş yirmi metre büyüklükte bazı sevimli hayvan ve ağaç figürlü olan halis kök boya ipek İran halısı getirir hediye eder. Fazıl Efendi vefat etmiştir. Yerine geçen oğlu Mustafa Efendi, oğullar torunlar çoğalınca bu tarihi değerde ki hatıra halıyı herkes ister, kimse paylaşamaz. Her aile bireyi benim olsun diye kalbinden geçer. Durumun farkında olan aile büyüğü Mustafa Efendi, sanırım doğru bir çözüm bulur, halı yirmi parçaya bölünür, her bir aileye birer metre keserek hatıra olarak dağıtır. Devam edecek
Ekleme Tarihi: 14 Temmuz 2022 - Perşembe

ESKİ URFA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ -144-

Değerli okurlar eski Urfa kışları ile ilgili yazı dizisi beşinci

bölümle sona eriyor. Haklı olarak denilebilir ki sanki Urfa kışları

çok sert mi geçer veya çok fazla kar mı yağardı.

Evet, eskiye oranla Urfa kışları çok sert geçer, daha çok kar

yağardı. Kışın soğuk günlerinde damların, duvarların üstleri buz

tutar, uzun buz sarkıtları oluşurdu.

Bu nedenle Evliya Çelebi eski Urfa kıları ile ilgili doğru bir tesbit

yaparak “ Urfa’nın yazı yaz, Kışı kış” demiştir. Ancak son yıllar

da yağmurla birlikte kar da az yağar oldu. Bu yıl belki Urfa'da

kırk elli yıldır böyle kurak bir mevsim yaşanmadı. Bunlar doğru,

Ama bu yazı dizisindeki amaç ilimizin eski dönemde ki sosyal

ekonomik kültürel yapısını da bununla birlikte ortaya koymak.

Zira sosyal hayat ekonomik hayatın bir devamıdır. Sosyal hayat

ekonomik gerçeklikten soyutlanamaz. Ayrıca gerçekleri

belirtmek gerekirse, toplumda farklı ekonomik sınıflar vardır.

Zengin ve yoksul vardır. Hepimiz aynı gemilerde değil, farklı

gemilerdeyiz. Doğruları belirtmek, sınıflar arasında denge

sağlamak yanlış olmasa gerektir. Asıl konumuz eski Urfa sosyal

yaşamı ile ilgilidir. Ancak geçmişe bir yolculuk yaparken böylesi

doğru tespitler yapmak, bilgilendirme de bulunmak,

yeni nesillere dilimiz döndüğü kadar kalemimiz yettiği kadar

doğruları yazmak amacı güdüldü. Çünkü çok hızlı bir çağda

yaşıyoruz. Değer yargıları değişiyor örf adetler de bir kültürel

erozyon yaşanıyor. Sağlıklı bir toplumun eski çağı ve bu yeni

çağı anlaması için tarih ve sosyal bilinç olması gerekiyor. Daha

açık bir deyimle bu günü bilmek için dünü bilmek doğru

sentezler yapmak gerekiyor. Doğrusunu isterseniz eski Urfa’nın

üretim yapısı ilişkileri neredeyse kış aylarına odaklanmıştı. O

dönemler de Urfa’da daha evvel değindiğim gibi ünlü bir söz

vardı. Zehreyi içeri koydun mı korkma sözü kış korkusunu

dolaysıyla eski Urfa kışının önemini belirtir. Genelin düşüncesini

belirten bu eski söz ileri yazdığım bilginin gerçekliğini belirtir.

Konumuza gelirsek. Urfa’da kış için bütün hazırlıklar yapılmış

kış ayına girilmiş olur. Hayat neredeyse yarı yarıya durmuş

durumda olurdu. Dükkânlar erken kapatılır evin yolu tutulurdu.

Zaten devrin gereği koşmaca yok. Isınma aracı daha çok kışın

bizim tandır dediğimiz dört köşe dört ayaklı normal büyüklükte yerden yaklaşık bir metre yükseklikte tahtadan yapılmış bir nevi küçük bir masanın altına mangal da yarı sönmüş kömür ateşinin üzerine konur. Bu tandırın üstüne yorgan atılır, soğuk kış günlerinde aile bazen komşular birlikte tandıra girerler, saatlerce kalırlar sohbetler yapılırdı. Ünlü Urfa meselleri masalları anlatılır, zevkle dikkatlice dinlenir. Hele kar yağmışsa gel keyfim gel olurdu. Dışarı soğuk içeri sıcak, sanki masallar diyarına gidilmiş gibi olurdu. Çünkü dışarı soğuk, içeri sıcak olunca bir başka olurdu masallar, meseller. Ayrıca kar toplanır, sahanlara konulur, karın üzerine doğal halis pekmez katılır, bizim karlamaç dediğimiz bu soğuk tatlı yiyecek tandır altında büyük bir keyifle yenilirdi. Konumuzu ünlü bir kar meselesi ile bitirelim. Yaklaşık bir asır önce Urfa’ya kırk gün kırk gece kar yağar, o devri gören yaşayan büyüklerin anlattıklarına göre dam boyu yani üç dört metre kar yağar. Bir sokakta bir evden diğer eve gitmekte bile zorluk çekilir. İşte böyle çetin kış günlerinde Van’dan bir ticaret kervanı Halep e gitmek üzere yola çıkar. Urfa tarihi kış günlerini yaşıyor şehir e giren Van kervanı, kar soğuk fırtına bir hana gitmek ister. Önlerine çıkan büyük bir eve han Han zannederek girerler. Oysa burası Mirdasi aşiretinin ileri gelenlerinden, aynı zaman da Urfa eşrafından Şimdi Karaçizmeli soyadı ile bilinen Aile büyüğü Fazıl efendinin haremlik dışın da, misafirler bölümüdür. Burada yedi sekiz odalı selamlık, bir de hayvanlar için ahırları olan misafir bölümüne girerler. Kırk gün burada kalırlar. Her gün yiyecekleri gelir yerler. Hayvanlarına yem verilir, Kar durunca kervan hazırlanır yola çıkacaktır. Kervanbaşı han zannettikleri yerin ücretini vermek için han sahibi nerde diye sorar. Fazıl efendi gelir beyler der, burası han değil, bu evin sahibi ben filanım der, ve siz benim bu kadar gündür misafirim oldunuz. Ayıp değil mi ne parası der. Böyle bir misafirperverlik konusun da kervandakiler, büyük bir memnuniyet duyarlar, mahcubiyet duyarlar. Halep e giderler ilkbaharda Urfa’ya gelirler. Bazı hediyeler getirirler. Fazıl Efendi bu hediyeleri istemez, ısrarla verirler. Bu aile ile Vanlı kervan sahipleri arasında dostluk gidip gelme başlar. Epey bir süre devam eder. Bu Karaçizmeli ailesinden, daire ev komşum, Sayın Sami Kara çizmelinin anlattığına göre, Vanlı kervan beyi

yıllar sonra, on beş yirmi metre büyüklükte bazı sevimli hayvan ve ağaç figürlü olan halis kök boya ipek İran halısı getirir hediye eder. Fazıl Efendi vefat etmiştir. Yerine geçen oğlu Mustafa Efendi, oğullar torunlar çoğalınca bu tarihi değerde ki hatıra halıyı herkes ister, kimse paylaşamaz. Her aile bireyi benim olsun diye kalbinden geçer. Durumun farkında olan aile büyüğü Mustafa Efendi, sanırım doğru bir çözüm bulur, halı yirmi parçaya bölünür, her bir aileye birer metre keserek hatıra olarak dağıtır. Devam edecek

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.