Ekim ayının son günlerine yaklaşmamıza rağmen Türkiye genelinde yazdan kalma günler etkisini sürdürüyor. Mevsim takvimine göre sonbahara adım atmış olsak da, sokaklarda yaz havası hâlâ hissediliyor. Ne serin sabahlar ne de şemsiye taşıma zorunluluğu… Aksine, güneşin yakıcı yüzü birçok ilde hâlâ gündelik yaşamı şekillendiriyor. Meteoroloji verileri de bu durumu doğruluyor. Türkiye genelinde yağış beklentisi oldukça düşük seyrediyor. Özellikle Doğu ve Orta Karadeniz dışında kalan bölgelerde, önümüzdeki günlerde de kayda değer bir yağış beklenmiyor. Bu durum sadece sıcak havaları sevenler için değil, tarım ve su kaynakları açısından da endişe verici. Kuraklık artık sadece Güneydoğu’nun ya da İç Anadolu’nun meselesi değil. Sıcaklıkların normalin üzerinde seyretmesi ve uzun süredir ciddi yağışların olmaması, Türkiye’nin büyük kısmını etkileyen bir kuraklık riskine işaret ediyor. Bu da doğrudan tarımsal üretimi tehdit ediyor. Toprak kuruyor, barajlar alarm veriyor, çiftçi kaygılı… Örneğin Şanlıurfa’da yaz hâlâ bitmedi. Şehir, Ekim sonuna yaklaşırken bile 30 derecelere varan sıcaklıklarla mücadele ediyor. Ne geceler serinliyor, ne gündüzler rahatlatıyor. Bu da sadece tarımı değil, halk sağlığını da tehdit ediyor. Bu süreçte asıl mesele, iklim değişikliğinin artık teorik bir tartışma konusu olmaktan çıkıp günlük hayatımızın bir gerçeği haline gelmesi. Sonbaharda yağmuru özlemek, çocukluğumuzda sık sık yaşadığımız bir duygu değildi. Artık takvimle mevsim arasında bir uyumsuzluk var. Takvim Ekim diyor ama doğa hâlâ Ağustos’ta ısrarcı. Sıcaklıkların ay sonuna kadar yüksek seyretmesi bekleniyor. Ancak bu sıcaklık sadece bir meteorolojik veri değil; kuraklık riskinin, tarım krizinin ve su yönetiminin önemini bir kez daha hatırlatan bir uyarı. Belki de artık sadece havaya değil, toprağa da daha dikkatli bakmamız gerekiyor. Yağmur duaları nostaljik bir ritüel olmaktan çıktı; belki de önümüzdeki yılların en çok konuşulan gündemlerinden biri olacak.