Halil DOĞAN
Köşe Yazarı
Halil DOĞAN
 

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-51

  Onun da alımı şöyle olurdu; belli zamanlarda çarşılarda takasla Dersimden katırlarla tereyağı, çökelek, bal, tulum peyniri ve kavurma karşılığında, buğday alınırdı. Muhtar, tekrar köy halkından darı ekmeği ve peynir, bal ne varsa getirmelerini istedi ama köyün evleri azdı ikinci defa da olunca birkaç ekmek ancak bize geldi. Ancak hepimize ikinci defa yemek verilince midemiz kendine geldi. Muhtar sordu bize “nereye gideceksiniz”! “Hepimiz Xarput kentine gidiyoruz”, biraz düşündü ve sonrasında şunu söyledi “sizler zor yetişirsiniz çünkü dağ, taş, her yerde cenderma kaynıyor yani işiniz çok zor”!!! Muhtar, “peki dedi o hırsızlar sizden ne istiyorlardı”; onu Zarife cevapladı ve “o gördüğünüz kişiler insanlarımızı ihbar etmekte, arkadaşlarımızın onlara ait bir tabancayı buldu sanıyorlar, işte onlar da onun peşindeler. İşte Cemo’nun ve öbür arkadaşlarımızın durumunu görüyorsunuz”. Muhtar bizim giderken askere yakalanmayacağımız, bir güzergah söyledikten sonra, bazı arkadaşlarımız bıkkınlık belirtileri gösterince hiç unutmam orda oturan yaşlı bir amca şunu söylemişti; sizinki de şu oluyor!!! “Güneşin batışını görmekten üzüntü duyup izlemekten zevk almayı reddetmek gibi bir şey oluyor”. Sözlerine şöyle devam etti, “anlaştığınıza göre aylardır yollardasınız ve bu süreçte hayatlarınız söz konusu umuda varmak istiyorsunuz”. “Belki de çoğunuzun ailesinin hayatta olan tek kişisi siz kaldınız, onun için silkinin ve Xarput’a ulaşın”. “Tüm dillerde dualarımız sizinle ve tüm mazlumlaradır”. Rênas ve Ali Rıza kendi aralarında bir bakıştıktan sonra muhtara dönüp “sizden bir ricamız var”! “Eğer varsa biraz ekmek yolda küçük çocuklar acıkıyor”. Muhtar hemen kapıda bekleyen birine söyledi gidip birkaç tane tandır ekmeğini bir çıkına içine sarıp getirdi ve bizler helallik isteyip yola çıktık. Rênas, saatin geç olduğunu ama yine de dikkat etmemizi istedi çünkü onların peşinde hala Secaettin ve başkaları da olabilir onun için yaşlı amca bizi akşam karanlığında yola çıkardı. Akşam yolu tarif etmesi için de Rıza adında bir çobanı önlerine katmıştı. Rıza en güvenli yerin aşağıda olan nehir kenarı olduğunu, uzun süredir gelen askerlerin hepsi nehrin en yüksek yerinde durmaktalar, bizler de bundan faydalanıp karşıya geçeceğiz. Dar ve patika yollardan gide gide ayak tabanlarımız yara içerisinde ama işte yapacak bir şeyde bulamıyoruz. Elimde hala Azad vardı işte tam da bunu düşünüyordum, Azad’ı da bizler tembel alıştırdık. Kanadı iyileştiği halde beni ve Elif’i terk etmek istemedi her halde. Muhtarın oradayken tüm ekmek kırıntılarını ben ve Elif Azad’a verdik. Azad, bile bize alıştı ve bizi terk etmediği halde, bu muhbirler nasıl oluyor da ailesini, çevresini, dindaşını ve dildaşını birkaç kuruşa satıyor buna anlam veremiyorum. Bu düşünceler içinde yürürken, Rênas; birkaç defa arkasına dönüp durdu ve aniden “arkadaşlar dağılın arkamızda biri bizi takip ediyor”. Köyün dışına daha çıkamamıştık ki… Hepimiz kınalı keklik yavrusu gibi sağa, sola saklanmak için koşuştuk. Bizimle birlikte köylü Rıza’da koştu, ancak onun koşmasına pek anlam veremedim. Sonradan öğrendim ki, buna sürü psikolojisi deniliyormuş. O koşuşturma içinde, ben yıkık dökük ahır gibi metruk bir yere kendimi attım, ama dışarıda ayak sesler ve bağrışmalar duyuyordum, o anda olduğum yere de bir kararttı gördüm, kendimi saklamaya çalıştım. Gelenin karanlıkta ilk görünüşte görebildiğim elinde sopa olan biri olduğunu. Dışarıda insan sesleri ve karanlık gecenin ıssızlığını yaran köyün köpek havlamaları da eklenince büyük kargaşaya şahit oluyordum. O düşünceler içinde sağa, sola dönen kişi karanlıkta elindeki sopayı da bilinçsizce savuruyordu. O kadar hızlı savuruyordu ki, fır fır sesi çıkıyordu sopadan... O kadar korktum ki, yerimden kıpırdayamadım, tam kafamda bir acı hissetim ve ondan sonrasını hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda başımda bekleyen bir karartı biraz zaman geçince net görünce bir kadın ve iki çocuğunu gördüm. En küçük kız ellerini hızlıca çırptı “işte çocuk uyandın gördün mü Saro”. Ablası da” tamam çok bağırma Fato”. Beni evin içinde bir sekinin üstüne uzatmışlardı. Hemen kendimi topladım ama baş ağrısı beynimin içerisinde zonkluyordu. Biraz daha kendimi geri çektikten sonra, kadına sordum “ben nerdeyim, sizler de kimsiniz” diye bildim ancak… Kadın “sakin ol oğlum, dün akşam birisi karanlıkta senin kafana sopayla vurmuştu, eşim de etrafa bakarken senin inleme sesini duymuştu o da seni eve yanımıza getirdi. Senin yaranı temizledik ve pansumanını yaptık”.  Devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 14 Haziran 2023 - Çarşamba

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE-51

 

Onun da alımı şöyle olurdu; belli zamanlarda çarşılarda takasla Dersimden katırlarla tereyağı, çökelek, bal, tulum peyniri ve kavurma karşılığında, buğday alınırdı.

Muhtar, tekrar köy halkından darı ekmeği ve peynir, bal ne varsa getirmelerini istedi ama köyün evleri azdı ikinci defa da olunca birkaç ekmek ancak bize geldi.

Ancak hepimize ikinci defa yemek verilince midemiz kendine geldi. Muhtar sordu bize “nereye gideceksiniz”!

“Hepimiz Xarput kentine gidiyoruz”, biraz düşündü ve sonrasında şunu söyledi “sizler zor yetişirsiniz çünkü dağ, taş, her yerde cenderma kaynıyor yani işiniz çok zor”!!!

Muhtar, “peki dedi o hırsızlar sizden ne istiyorlardı”; onu Zarife cevapladı ve “o gördüğünüz kişiler insanlarımızı ihbar etmekte, arkadaşlarımızın onlara ait bir tabancayı buldu sanıyorlar, işte onlar da onun peşindeler. İşte Cemo’nun ve öbür arkadaşlarımızın durumunu görüyorsunuz”.

Muhtar bizim giderken askere yakalanmayacağımız, bir güzergah söyledikten sonra, bazı arkadaşlarımız bıkkınlık belirtileri gösterince hiç unutmam orda oturan yaşlı bir amca şunu söylemişti; sizinki de şu oluyor!!!

“Güneşin batışını görmekten üzüntü duyup izlemekten zevk almayı reddetmek gibi bir şey oluyor”.

Sözlerine şöyle devam etti, “anlaştığınıza göre aylardır yollardasınız ve bu süreçte hayatlarınız söz konusu umuda varmak istiyorsunuz”.

“Belki de çoğunuzun ailesinin hayatta olan tek kişisi siz kaldınız, onun için silkinin ve Xarput’a ulaşın”.

“Tüm dillerde dualarımız sizinle ve tüm mazlumlaradır”.

Rênas ve Ali Rıza kendi aralarında bir bakıştıktan sonra muhtara dönüp “sizden bir ricamız var”! “Eğer varsa biraz ekmek yolda küçük çocuklar acıkıyor”.

Muhtar hemen kapıda bekleyen birine söyledi gidip birkaç tane tandır ekmeğini bir çıkına içine sarıp getirdi ve bizler helallik isteyip yola çıktık.

Rênas, saatin geç olduğunu ama yine de dikkat etmemizi istedi çünkü onların peşinde hala Secaettin ve başkaları da olabilir onun için yaşlı amca bizi akşam karanlığında yola çıkardı.

Akşam yolu tarif etmesi için de Rıza adında bir çobanı önlerine katmıştı.

Rıza en güvenli yerin aşağıda olan nehir kenarı olduğunu, uzun süredir gelen askerlerin hepsi nehrin en yüksek yerinde durmaktalar, bizler de bundan faydalanıp karşıya geçeceğiz.

Dar ve patika yollardan gide gide ayak tabanlarımız yara içerisinde ama işte yapacak bir şeyde bulamıyoruz.

Elimde hala Azad vardı işte tam da bunu düşünüyordum, Azad’ı da bizler tembel alıştırdık. Kanadı iyileştiği halde beni ve Elif’i terk etmek istemedi her halde.

Muhtarın oradayken tüm ekmek kırıntılarını ben ve Elif Azad’a verdik.

Azad, bile bize alıştı ve bizi terk etmediği halde, bu muhbirler nasıl oluyor da ailesini, çevresini, dindaşını ve dildaşını birkaç kuruşa satıyor buna anlam veremiyorum.

Bu düşünceler içinde yürürken, Rênas; birkaç defa arkasına dönüp durdu ve aniden “arkadaşlar dağılın arkamızda biri bizi takip ediyor”.

Köyün dışına daha çıkamamıştık ki… Hepimiz kınalı keklik yavrusu gibi sağa, sola saklanmak için koşuştuk.

Bizimle birlikte köylü Rıza’da koştu, ancak onun koşmasına pek anlam veremedim.

Sonradan öğrendim ki, buna sürü psikolojisi deniliyormuş.

O koşuşturma içinde, ben yıkık dökük ahır gibi metruk bir yere kendimi attım, ama dışarıda ayak sesler ve bağrışmalar duyuyordum, o anda olduğum yere de bir kararttı gördüm, kendimi saklamaya çalıştım.

Gelenin karanlıkta ilk görünüşte görebildiğim elinde sopa olan biri olduğunu.

Dışarıda insan sesleri ve karanlık gecenin ıssızlığını yaran köyün köpek havlamaları da eklenince büyük kargaşaya şahit oluyordum.

O düşünceler içinde sağa, sola dönen kişi karanlıkta elindeki sopayı da bilinçsizce savuruyordu.

O kadar hızlı savuruyordu ki, fır fır sesi çıkıyordu sopadan...

O kadar korktum ki, yerimden kıpırdayamadım, tam kafamda bir acı hissetim ve ondan sonrasını hatırlamıyorum.

Sabah uyandığımda başımda bekleyen bir karartı biraz zaman geçince net görünce bir kadın ve iki çocuğunu gördüm.

En küçük kız ellerini hızlıca çırptı “işte çocuk uyandın gördün mü Saro”.

Ablası da” tamam çok bağırma Fato”.

Beni evin içinde bir sekinin üstüne uzatmışlardı.

Hemen kendimi topladım ama baş ağrısı beynimin içerisinde zonkluyordu. Biraz daha kendimi geri çektikten sonra, kadına sordum “ben nerdeyim, sizler de kimsiniz” diye bildim ancak…

Kadın “sakin ol oğlum, dün akşam birisi karanlıkta senin kafana sopayla vurmuştu, eşim de etrafa bakarken senin inleme sesini duymuştu o da seni eve yanımıza getirdi. Senin yaranı temizledik ve pansumanını yaptık”.  Devam edecektir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.