Halil DOĞAN
Köşe Yazarı
Halil DOĞAN
 

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE (1)

Bêkes(Kimsesiz), sessiz dengbêj gibi hayat hikâyesini güneşe dönüp anlatmaya başladı. Sırtını sap yastıklara yasladı. Küçük yaşlarda gördüğü zulüm ve çileyi kendisi bile anlatılmayan masala benzetiyordu. Yine de içinde kopan fırtınalara göğüs geren, kaptan gibi nice çetin sularda gemisini karaya çıkartmıştı. Ama çıkartırken nice tesadüfler sonucu hayatta kalmıştı.  Bêkes, dengbêjler gibi yaşamından bir kesiti anlatmaya başladı.  Top seslerinin altında köydeki evine doğru yokuşu çıkarken kaç sefer soluğu tıkanmış, kalbi âdeta başka tarafta çarpmıştı. Zaten 85 yaşını geçmişti, bu yaştan sonra bu yokuş… Her inip çıktığı bu yokuş, ona fazla dik, yol daha uzun görünmeye başlamıştı.  Hiçbir zaman bugünkü kadar uzun gelmemişti. Oysa bugün köyün merkezinden bir an önce uzaklaşmak ve evine dönmek istiyordu.  Kalbi öyle anormal bir biçimde çarpıyordu ki, soluğu tıkandı ve durmak zorunda kaldı. Orada, aşağıda silah seslerinin eşliğinde Kürt savaşçılar şarkı söylüyorlardı.  Biraz daha ileride aşağıda harap edilmiş evler vardı. Haincesine, zalimcesine ikiye bölünmüş bir kentin insanları vardı.  Bêkes bu sahneyi görmek için başını çevirmek gereği bile görmüyordu. (Zaten dünyada başını çevirip bakmazdı).  Ta uzaklardan atılan toplar köyün her yerini vurmaktaydı. Caminin minaresine değen topun sesiyle kendine geldi.  Minare dev bir kütük gibi, yukarıdan aşağıya doğru düşünce caminin şerefli kemerindeki sütunlar kabaca kırılmıştı.  Uzaklarda IŞİD teröristlerinin Allah’u Ekber naraları top sesleri arasında geliyordu.   Hayır, dünyada hiçbir kuvvet ona başını çevirtemezdi. Ama ilerlemeye ve yokuşu çıkmaya da gücü yoktu.  Çünkü kalbi, soluğu gittikçe tıkanıyor, bacakları da ona artık boyun eğmek istemiyordu. Derin derin soluk almaya başladı. Yavaş, düzgün ve her seferinde daha da derin soluk alıyordu.  Eskiden bu ona iyi geliyordu. Şimdi de iyi geldi. Göğsünün hafiflediğini hissetti. Bu derin ve geniş soluklarla kalbinin çarpıntısı arasında kendine bir çeşit denge sağladı.  Tekrar yürümeye başladı. Evini, yatağını düşünmek ona güç veriyordu. Ağır ağır ve zorlukla yürüyordu. Ve sanki o da onunla birlikte yürüyormuş gibi gözünün önüne hep caminin şerefli minaresinin yıkılmış manzarası geliyordu.  Birisinin bize acı vermemesi, bizi izlememesi için ona arkamızı çevirmemiz yetmiyordu.  Gözlerini de kapasa yalnız onu görecekti.  Bêkes biraz daha rahat nefes almaya başlamıştı. "Evet" diyordu…  Bütün bu silahların, araçların, makinelerin o çalışma ve acelenin ne olduğu, neye yaradığı şimdi anlıyordu. Dinin kisvesi altına girmiş bu kara giymiş barbarların onu yanıltmadığını düşünüyordu.  Bêkes, bu konuda yanılmamış olmanın kendisine memnuniyet vermediğinin farkındaydı.  İlk defa buna ilgisiz kalıyordu. Fazlasıyla da haklı çıkmıştı.  Yıllarca bu köye hizmet etmiş caminin yapılışında haftalarca çalışmıştı, ustaların ellerine bakmış ve çalışmalarını seyretmişti. Onu güzelleştirmiş, temizlemiş, su borularını elleri ile döşemiş ve elektrikle aydınlatmıştı.  Sanki güzel ve faydalı bir hayrat değil de alelade bir kaya parçasıymış gibi yıkılması ve yerle bir olması onu içten içe yıkmıştı.  Devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 04 Ocak 2023 - Çarşamba

YARALI GÜNEŞİN ÜLKESİNDE (1)

Bêkes(Kimsesiz), sessiz dengbêj gibi hayat hikâyesini güneşe dönüp anlatmaya başladı. Sırtını sap yastıklara yasladı. Küçük yaşlarda gördüğü zulüm ve çileyi kendisi bile anlatılmayan masala benzetiyordu. Yine de içinde kopan fırtınalara göğüs geren, kaptan gibi nice çetin sularda gemisini karaya çıkartmıştı. Ama çıkartırken nice tesadüfler sonucu hayatta kalmıştı. 
Bêkes, dengbêjler gibi yaşamından bir kesiti anlatmaya başladı. 
Top seslerinin altında köydeki evine doğru yokuşu çıkarken kaç sefer soluğu tıkanmış, kalbi âdeta başka tarafta çarpmıştı. Zaten 85 yaşını geçmişti, bu yaştan sonra bu yokuş… Her inip çıktığı bu yokuş, ona fazla dik, yol daha uzun görünmeye başlamıştı. 
Hiçbir zaman bugünkü kadar uzun gelmemişti. Oysa bugün köyün merkezinden bir an önce uzaklaşmak ve evine dönmek istiyordu. 
Kalbi öyle anormal bir biçimde çarpıyordu ki, soluğu tıkandı ve durmak zorunda kaldı. Orada, aşağıda silah seslerinin eşliğinde Kürt savaşçılar şarkı söylüyorlardı. 
Biraz daha ileride aşağıda harap edilmiş evler vardı. Haincesine, zalimcesine ikiye bölünmüş bir kentin insanları vardı. 
Bêkes bu sahneyi görmek için başını çevirmek gereği bile görmüyordu. (Zaten dünyada başını çevirip bakmazdı). 
Ta uzaklardan atılan toplar köyün her yerini vurmaktaydı. Caminin minaresine değen topun sesiyle kendine geldi. 
Minare dev bir kütük gibi, yukarıdan aşağıya doğru düşünce caminin şerefli kemerindeki sütunlar kabaca kırılmıştı. 
Uzaklarda IŞİD teröristlerinin Allah’u Ekber naraları top sesleri arasında geliyordu.  

Hayır, dünyada hiçbir kuvvet ona başını çevirtemezdi. Ama ilerlemeye ve yokuşu çıkmaya da gücü yoktu. 
Çünkü kalbi, soluğu gittikçe tıkanıyor, bacakları da ona artık boyun eğmek istemiyordu. Derin derin soluk almaya başladı. Yavaş, düzgün ve her seferinde daha da derin soluk alıyordu. 
Eskiden bu ona iyi geliyordu. Şimdi de iyi geldi. Göğsünün hafiflediğini hissetti. Bu derin ve geniş soluklarla kalbinin çarpıntısı arasında kendine bir çeşit denge sağladı. 
Tekrar yürümeye başladı. Evini, yatağını düşünmek ona güç veriyordu. Ağır ağır ve zorlukla yürüyordu. Ve sanki o da onunla birlikte yürüyormuş gibi gözünün önüne hep caminin şerefli minaresinin yıkılmış manzarası geliyordu. 
Birisinin bize acı vermemesi, bizi izlememesi için ona arkamızı çevirmemiz yetmiyordu. 
Gözlerini de kapasa yalnız onu görecekti. 
Bêkes biraz daha rahat nefes almaya başlamıştı. "Evet" diyordu… 
Bütün bu silahların, araçların, makinelerin o çalışma ve acelenin ne olduğu, neye yaradığı şimdi anlıyordu. Dinin kisvesi altına girmiş bu kara giymiş barbarların onu yanıltmadığını düşünüyordu. 
Bêkes, bu konuda yanılmamış olmanın kendisine memnuniyet vermediğinin farkındaydı. 
İlk defa buna ilgisiz kalıyordu. Fazlasıyla da haklı çıkmıştı. 
Yıllarca bu köye hizmet etmiş caminin yapılışında haftalarca çalışmıştı, ustaların ellerine bakmış ve çalışmalarını seyretmişti. Onu güzelleştirmiş, temizlemiş, su borularını elleri ile döşemiş ve elektrikle aydınlatmıştı. 
Sanki güzel ve faydalı bir hayrat değil de alelade bir kaya parçasıymış gibi yıkılması ve yerle bir olması onu içten içe yıkmıştı.  Devam edecektir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.