Halil DOĞAN
Köşe Yazarı
Halil DOĞAN
 

HALEPÇE SESSİZLİĞE MAHKUM EDİLEN KENT

Geçmişin en eski topraklarından bir feryat, bir figan yükseltiliyor sessiz ve derinden. Gökyüzü sabahın onunda bulutlar gizlenmiş ve pusluydu. Gün güneşli, saat 10.00 gökten yere bir sis, bir duman iniyordu, oysa bu sis ölüm kokuyordu. Havada bahar çimen kokusu yerine siyam gazı kokuyordu. Bahar hiç bu kadar acımasızca. ve sinsice inen ölümü görmemişti. Bu topraklarda hiç bu kadar acı ve ölümü bir arada yaşanmamıştı. Mezopotamya ovası, tarih boyunca böyle bir vahşete tanık olmamıştı. Tarih 16 Mart 1988 Halepçe topraklarını ölüm ve kan kokanlarca, sessizce yangına verilmişti. Ama bu yangında ağaçlar ve otlar değil, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve can taşıyan bütün varlıklar sessiz ve boğucu bir zehirle yanıyordu. Hiçbir zaman böyle bir durum, böyle bir katliam, böyle bir vahşet görülmemişti Kürdistan topraklarında. 16 Mart 1988 Halepçe kasabası karanlık kapılar, ardında, planlanmış bir katliamın uygulanmasına karar verildiği kara bir gün bugün... Acıların sesi gökten geliyordu. Gün bulutluydu ve yarınlar umuttan buz kesilmişti. Gökten yağmur, kar ve dolu yerine zehir yağıyordu. Mart ayında insanlar sararıyor ve morarıyordu. Genizden ve boğazından aşağıya doğru siyam gazı akıyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken orada can veriyordu. Doğa ve ekoloji diye söylenecek hiçbir şey kalmamıştı. Ağaçlardan yapraklardan tek tek dökülüyordu. Halepçe halkının üzerine, Sorgusuz ve sualsiz ölümlerden ölümler reva görülmüştü. Bebeklerin, gözlerinde yaşlar akmıyordu ve bedenleri bilinmez şekilde morarmaktaydı. Yaylalarında, kuzular soluksuz, koyunlar siyanür gazıyla zehirlenmiş. Yeniden yaşatılıyordu insanlığa Hiroşima ve Nagazaki. Acılar ve Acıları sensiz çığlığı yükseliyordu Halepçe üzerinde. Mazlum bir kavim kıyıma uğruyordu cansız bedenler sokaklarda yatıyordu up uzun bahçelerde çalışanı, bahçesinde, öğretmeni sınıfında, öğrencileriyle, köylüsü çapasıyla can vermişti… Elleri kınalı gelinler, esmer tenli çocuklar yüreklerinden bilinmez bir acı hissediliyordu. Boğazına siyanür gazı yıkıyordu... Sevgiler, aşklar ölümün soğukluğu ile sessizce bitiyordu. Nicedir zamandır süren kanlı bir oyunun tezgahına Kürt halkının üzerinde oynanıyordu. Siyah tenleri morarıyor, ağaçlar son meyvesinin çiçeğini açmadan kuruyordu. Kuşlar, gökten yere son defa konmakta. Camii de iman son cemaat ile kamette. Bu acıları kim unutur. Bu acıları kimler yaşatır. İşte bu sessiz kentin çığlığında. Bir tek medeniyet adına kendi hırsları için başkalarının hayatına kasteden faşist ruh taşıyan kıyar. Kara gözlerine anlamını bilmedikleri son gözyaşlarını bir onlar akıttı. Mavi gökten yağmur diye ölümler dağıtan. Toprak kokusuna alışkın olanlara zehirleri reva görenlerin derdi bir halkı yok etmekti. Bir sizler mi vardınız Halepçe’ye kan kusanlar. Kimyasal bulutlar yere yakındı, gök sanki bakırdı. Onların görevleri, Her tarafta insanları öldürmekti... Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Gözlerinde yaş akan çocuklar, sessizce köşe başlarında cansız yatan yaşlılar ve süt emen bebeklerin boğazında kurumuştu. Kıyamet kopmamıştı canlılar cansızlaşıyordu. Ölüm her yerde onları buluyordu. Annenin sütünü emen bebeği de, bebeği emziren anneyi de, yavrusuna yem getiren kuş da annesinin getirdiği yiyeceği yuvasında bekleyen yavru kuş da yuvasında can vermişti. Mutluluğu başka insanların kanı üzerinde gören bir zihniyetin eseri olan Halepçe katliamının Halepçe katliamı çağdaş dünya ve insanlıktan nasibini almamışların eseriydi. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Bütün sokaklar, sessiz, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Buralara ölüm gelmişti bir defa. Bütün yer insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebekler ile çok yaşlılar dı. Halepçe deyince, belki de hiç gülümsemeyecek çocukları bıraktı geride. Bu toprak ana nasıl dayanır bu büyük acıya. Ölümün tanrısı yer değiştirmiş. Beş bin can dile kolay, çığlıksız kalmışlardı. Oysa bir savaş alanı değildi, Halepçe, savaşın tarafı da değillerdi. En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor, buna katliama, katliam demek gerekir. Yarınların böyle acıları yaşanmaması ve yaşatmaması dileğimle…
Ekleme Tarihi: 17 Mart 2022 - Perşembe

HALEPÇE SESSİZLİĞE MAHKUM EDİLEN KENT

Geçmişin en eski topraklarından bir feryat, bir figan yükseltiliyor sessiz ve derinden. Gökyüzü sabahın onunda bulutlar gizlenmiş ve pusluydu.

Gün güneşli, saat 10.00 gökten yere bir sis, bir duman iniyordu, oysa bu sis ölüm kokuyordu. Havada bahar çimen kokusu yerine siyam gazı kokuyordu. Bahar hiç bu kadar acımasızca. ve sinsice inen ölümü görmemişti.

Bu topraklarda hiç bu kadar acı ve ölümü bir arada yaşanmamıştı. Mezopotamya ovası, tarih boyunca böyle bir vahşete tanık olmamıştı.

Tarih 16 Mart 1988 Halepçe topraklarını ölüm ve kan kokanlarca, sessizce yangına verilmişti. Ama bu yangında ağaçlar ve otlar değil, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve can taşıyan bütün varlıklar sessiz ve boğucu bir zehirle yanıyordu. Hiçbir zaman böyle bir durum, böyle bir katliam, böyle bir vahşet görülmemişti Kürdistan topraklarında.

16 Mart 1988 Halepçe kasabası karanlık kapılar, ardında, planlanmış bir katliamın uygulanmasına karar verildiği kara bir gün bugün...

Acıların sesi gökten geliyordu. Gün bulutluydu ve yarınlar umuttan buz kesilmişti. Gökten yağmur, kar ve dolu yerine zehir yağıyordu.

Mart ayında insanlar sararıyor ve morarıyordu. Genizden ve boğazından aşağıya doğru siyam gazı akıyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken orada can veriyordu. Doğa ve ekoloji diye söylenecek hiçbir şey kalmamıştı. Ağaçlardan yapraklardan tek tek dökülüyordu.

Halepçe halkının üzerine, Sorgusuz ve sualsiz ölümlerden ölümler reva görülmüştü. Bebeklerin, gözlerinde yaşlar akmıyordu ve bedenleri bilinmez şekilde morarmaktaydı. Yaylalarında, kuzular soluksuz, koyunlar siyanür gazıyla zehirlenmiş. Yeniden yaşatılıyordu insanlığa Hiroşima ve Nagazaki. Acılar ve Acıları sensiz çığlığı yükseliyordu Halepçe üzerinde.

Mazlum bir kavim kıyıma uğruyordu cansız bedenler sokaklarda yatıyordu up uzun bahçelerde çalışanı, bahçesinde, öğretmeni sınıfında, öğrencileriyle, köylüsü çapasıyla can vermişti…

Elleri kınalı gelinler, esmer tenli çocuklar yüreklerinden bilinmez bir acı hissediliyordu. Boğazına siyanür gazı yıkıyordu... Sevgiler, aşklar ölümün soğukluğu ile sessizce bitiyordu.

Nicedir zamandır süren kanlı bir oyunun tezgahına Kürt halkının üzerinde oynanıyordu.

Siyah tenleri morarıyor, ağaçlar son meyvesinin çiçeğini açmadan kuruyordu. Kuşlar, gökten yere son defa konmakta. Camii de iman son cemaat ile kamette. Bu acıları kim unutur. Bu acıları kimler yaşatır.

İşte bu sessiz kentin çığlığında. Bir tek medeniyet adına kendi hırsları için başkalarının hayatına kasteden faşist ruh taşıyan kıyar. Kara gözlerine anlamını bilmedikleri son gözyaşlarını bir onlar akıttı. Mavi gökten yağmur diye ölümler dağıtan. Toprak kokusuna alışkın olanlara zehirleri reva görenlerin derdi bir halkı yok etmekti.

Bir sizler mi vardınız Halepçe’ye kan kusanlar. Kimyasal bulutlar yere yakındı, gök sanki bakırdı. Onların görevleri, Her tarafta insanları öldürmekti... Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı.

Gözlerinde yaş akan çocuklar, sessizce köşe başlarında cansız yatan yaşlılar ve süt emen bebeklerin boğazında kurumuştu. Kıyamet kopmamıştı canlılar cansızlaşıyordu. Ölüm her yerde onları buluyordu. Annenin sütünü emen bebeği de, bebeği emziren anneyi de, yavrusuna yem getiren kuş da annesinin getirdiği yiyeceği yuvasında bekleyen yavru kuş da yuvasında can vermişti.

Mutluluğu başka insanların kanı üzerinde gören bir zihniyetin eseri olan Halepçe katliamının Halepçe katliamı çağdaş dünya ve insanlıktan nasibini almamışların eseriydi. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor.

Bütün sokaklar, sessiz, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Buralara ölüm gelmişti bir defa. Bütün yer insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebekler ile çok yaşlılar dı. Halepçe deyince, belki de hiç gülümsemeyecek çocukları bıraktı geride. Bu toprak ana nasıl dayanır bu büyük acıya. Ölümün tanrısı yer değiştirmiş. Beş bin can dile kolay, çığlıksız kalmışlardı. Oysa bir savaş alanı değildi, Halepçe, savaşın tarafı da değillerdi.

En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor, buna katliama, katliam demek gerekir. Yarınların böyle acıları yaşanmaması ve yaşatmaması dileğimle…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.