RECEP AKYOL
Köşe Yazarı
RECEP AKYOL
 

URFA, ATARGATİS, KUTSAL BALIKLAR

1993 yılı sanırım; elime Sezai Karakoç’un şiirleri geçmiş. Büyük bir dikkatle anlamak istiyorum şairi. Yetmiyorum. Körfez / Şahdamar / Sesler adlı bir toplu kitap bu; içinden şehirler geçiyor, köpükler, nehir adları, gülkuruları, bir tül gibi evlere inen akşam karanlığı... Ne zaman Urfa’ya gitsem, aklıma ne zaman Urfa gelse ve bir şiirden anlaşılmak istese şehir, Karakoç’un o günlerde ezberime takılı kalmış Kış Anıtı şiiri de düşer aklıma. İbrahim’in içine fırlatıldığı suyun dergahında günahlarını ateşte yıkamak için gelen binlerce insan, bana ağır ağır yeniden hatırlatıyor o dizeleri. “Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır O da yarım kalmıştır Urfa ufala ufala Bir pul olacaktır çarpık balıklar üstünde Belki bir toz bulutu İstanbul’a küflenmiş Bir Avrupa akşamı dadanmıştır Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır” Öyle de oldu. Her gün anlamını yitiren nesneler içine düşen şehirlerden geriye hiçbir şey kalmadı. Mesela Urfa büyüdükçe ufaldı ve neticede anlamı, iki üçü balığın sırtında kaldı. Drijvers’in Cults and Beliefs at Edessa’sını incelerken, özellikle kutsal Balıklıgöl ile ilgili kısımlarda da aklımda hep bu şiir vardı. Söylenceler Nemrut’un, kaleden İbrahim’i mancınıklarla ateşin içine attığını, ateşin suya, odunların balıklara dönüştüğünü söylese de hakikat pek öyle değildir. Nitekim İbrahim’in Urfa’da yaşadığına dair elimizde doğrudan bir kaynak yoktur ve bütün bu anlatılar, Tevrat’ta İbrahim’in amcaları olarak geçen isimlerin yani Harran ve Suruç’un bugün de Urfa’da birer yerleşim adı olarak bulunmasına dayanır. İbrahim’in hikayesinde zalim kral rolündeki Nemrut’un adı da ne Tevrat’ta ne de Kuran’da geçmez. Tevrat’ta Nimrod olarak yer alan kişi ise bir Keldani kralıdır. Anlaşılıyor ki bu daha sonra Taberi tarihinde denk geldiğimiz ve Dehhak ile ilişkilendirilen ve Fars milliyetçilerince şeytanlaştırılan Nimrod / Nimroz’dur. Söylencelerdeki Nemrut, son Babil Kralı Nabonidus olsa gerek. Zira Harran’daki Sin tapınağında rahibe olan annesinden dolayı buraya iltimas göstermiş ve gelirden mahrum bıraktığı tektanrıcıların hışmına uğramıştı. Oysa Nabo Nidus da kutsal bir kişiydi. Nebolar (Latin kaynaklarında Nabium, İncil’e göre Nebo, İslam’a göre Nebi) Kürdistan’da soya dayalı hikmet ve irfan tanrılarıdır. Bunlar yazıcıdırlar ve kendilerine suhuflar, kitaplar “indirilmiştir.” Bugün Tanrıça Atargatis dense; başındaki taç ve ellerindeki başaklarla resmedilmiş ve taşlara işlenmiş bu kült, hemşerilerim için bir anlam ifade etmeyecektir ama Urfa’daki kutsal havuz ve balıklar bize İbrahim’den değil, onun inancından kaldılar. Addai’nin Öğretisi ve Bardaysan’dan (2-3. Yüzyıl) ve Segal ve W.R. Smith’ten öğrendiğimiz kadarıyla Atargatis, Fırat nehrinin içindeki bir yumurtadan doğmuştur. Atargatis, evlilik töreninde tekrar Fırat’ta yıkanınca ondan dökülen sulardan kutsal balıklar oluşmuştu. Bu balıklar ilahi bir ruh taşımaktadır ve kesinlikle yenilmezdiler. Zira Atargatis, dünyanın bütün bilgisine vakıf oğluyla birlikte o havuza dalmış ve ikisi de balıklara dönmüşlerdir. Dönemin kaynaklarına göre Atargatis, bir bereket ve doğurganlık tanrıçasıydı. Sin’in, yani büyük ihtimalle Kuran’da kendisine “Ya Sîn” olarak seslenilenin kızıydı. Özelliklerinden dolayı onun İştar olduğunu ve Kenan’dan Suriye’ye olan bölgede Tar’atha olarak isimlendirildiğini ve Venüs olarak algılandığını biliyoruz. Hierapolis ve Urfa’daki Atargatis kültünün en belirgin özelliklerinden birisi, bu tanrıçanın su inancıyla yakın ilişkisidir. Nitekim onun adına tapınaklarda içinde Fırat’ta getirilmiş kutsal balıkların olduğu havuzlar inşa edilmiştir. Harran, Urfa, Baykan, Dalos, Mınbıc ve Aşkelon’daki kutsal havuzlar bu inancın yayılma alanını göstermektedir. Addai ve Bardaysan’dan öğrendiğimiz kadarıyla bu inancın merkezi, Suruçlu Yakup’un “Harran’ın kız kardeşi” olarak adlandırdığı Mabbug / Hierapolis’tir. Bu şehir günümüzdeki Mınbıc şehridir. İlginçtir ki Atargatis, tanrı-kral Addad / Haddad ile evlidir ve onun da makamı günümüzdeki Azzaz’dır ve Harran’da da onuna adına Azuz adıyla bir tapınak inşa edilmiştir Addad ismi Azzaz’a, Harran’da Azuz’a, sonraki dönemlerde de Aziz adına dönüşmüştür. Suruçlu Yakup’tan anladığımız kadarıyla Harran ve Mabbug, bahar kültürünün yaygın olduğu inançları ve gelenekleri sebebiyle akrabadırlar. Bu anlamıyla Ezdilikteki Nisan bayramlarını, Babillilerin Akitu bayramını, Hristiyanların Paskalyasını yeniden incelemekte fayda olacaktır.  Urfalıların ilginç pagan adetlerinden biri de erkeklerin kendini Atargatis’e adamak için hadım etme geleneği imiş. Bardaysan, Kral Abgar’ın Hıristiyanlığa geçtikten sonra Atargatis için uygulanan birçok adeti yasakladığından bahsediyor.  Onun ifadesi tam da şöyle: “Suriye ve Urfa' da Tar'ata'ya tazim amacıyla kendini hadım etme âdeti vardı. Ancak Kral Abgar ihtida ettikten sonra, kendisini hadım eden her erkeğin elinin kesilmesini emretti. O günden bugüne Urfa bölgesinde kimse kendini hadım etmemektedir.” Anlaşılan o ki Hıristiyanlık ve İslam, bölgenin kendisinden önceki kültür ve inançlarını yutarken biraz da onlara benzemiş ve onların birçok geleneğini yasaklarken bazılarına karşı kendini koruyamamış ve onları da içine almıştır. Urfa’daki Balıklıgöl de bunlardan birisi.                                                                                 İ.Halil BARAN Yazısı….
Ekleme Tarihi: 17 Mart 2020 - Salı

URFA, ATARGATİS, KUTSAL BALIKLAR

1993 yılı sanırım; elime Sezai Karakoç’un şiirleri geçmiş. Büyük bir dikkatle anlamak istiyorum şairi. Yetmiyorum. Körfez / Şahdamar / Sesler adlı bir toplu kitap bu; içinden şehirler geçiyor, köpükler, nehir adları, gülkuruları, bir tül gibi evlere inen akşam karanlığı...

Ne zaman Urfa’ya gitsem, aklıma ne zaman Urfa gelse ve bir şiirden anlaşılmak istese şehir, Karakoç’un o günlerde ezberime takılı kalmış Kış Anıtı şiiri de düşer aklıma. İbrahim’in içine fırlatıldığı suyun dergahında günahlarını ateşte yıkamak için gelen binlerce insan, bana ağır ağır yeniden hatırlatıyor o dizeleri.

“Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır

Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır

O da yarım kalmıştır

Urfa ufala ufala

Bir pul olacaktır çarpık balıklar üstünde

Belki bir toz bulutu

İstanbul’a küflenmiş

Bir Avrupa akşamı dadanmıştır

Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş

Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır”

Öyle de oldu. Her gün anlamını yitiren nesneler içine düşen şehirlerden geriye hiçbir şey kalmadı. Mesela Urfa büyüdükçe ufaldı ve neticede anlamı, iki üçü balığın sırtında kaldı. Drijvers’in Cults and Beliefs at Edessa’sını incelerken, özellikle kutsal Balıklıgöl ile ilgili kısımlarda da aklımda hep bu şiir vardı.

Söylenceler Nemrut’un, kaleden İbrahim’i mancınıklarla ateşin içine attığını, ateşin suya, odunların balıklara dönüştüğünü söylese de hakikat pek öyle değildir. Nitekim İbrahim’in Urfa’da yaşadığına dair elimizde doğrudan bir kaynak yoktur ve bütün bu anlatılar, Tevrat’ta İbrahim’in amcaları olarak geçen isimlerin yani Harran ve Suruç’un bugün de Urfa’da birer yerleşim adı olarak bulunmasına dayanır.

İbrahim’in hikayesinde zalim kral rolündeki Nemrut’un adı da ne Tevrat’ta ne de Kuran’da geçmez. Tevrat’ta Nimrod olarak yer alan kişi ise bir Keldani kralıdır. Anlaşılıyor ki bu daha sonra Taberi tarihinde denk geldiğimiz ve Dehhak ile ilişkilendirilen ve Fars milliyetçilerince şeytanlaştırılan Nimrod / Nimroz’dur. Söylencelerdeki Nemrut, son Babil Kralı Nabonidus olsa gerek. Zira Harran’daki Sin tapınağında rahibe olan annesinden dolayı buraya iltimas göstermiş ve gelirden mahrum bıraktığı tektanrıcıların hışmına uğramıştı.

Oysa Nabo Nidus da kutsal bir kişiydi. Nebolar (Latin kaynaklarında Nabium, İncil’e göre Nebo, İslam’a göre Nebi) Kürdistan’da soya dayalı hikmet ve irfan tanrılarıdır. Bunlar yazıcıdırlar ve kendilerine suhuflar, kitaplar “indirilmiştir.”

Bugün Tanrıça Atargatis dense; başındaki taç ve ellerindeki başaklarla resmedilmiş ve taşlara işlenmiş bu kült, hemşerilerim için bir anlam ifade etmeyecektir ama Urfa’daki kutsal havuz ve balıklar bize İbrahim’den değil, onun inancından kaldılar. Addai’nin Öğretisi ve Bardaysan’dan (2-3. Yüzyıl) ve Segal ve W.R. Smith’ten öğrendiğimiz kadarıyla Atargatis, Fırat nehrinin içindeki bir yumurtadan doğmuştur. Atargatis, evlilik töreninde tekrar Fırat’ta yıkanınca ondan dökülen sulardan kutsal balıklar oluşmuştu. Bu balıklar ilahi bir ruh taşımaktadır ve kesinlikle yenilmezdiler. Zira Atargatis, dünyanın bütün bilgisine vakıf oğluyla birlikte o havuza dalmış ve ikisi de balıklara dönmüşlerdir.

Dönemin kaynaklarına göre Atargatis, bir bereket ve doğurganlık tanrıçasıydı. Sin’in, yani büyük ihtimalle Kuran’da kendisine “Ya Sîn” olarak seslenilenin kızıydı. Özelliklerinden dolayı onun İştar olduğunu ve Kenan’dan Suriye’ye olan bölgede Tar’atha olarak isimlendirildiğini ve Venüs olarak algılandığını biliyoruz.

Hierapolis ve Urfa’daki Atargatis kültünün en belirgin özelliklerinden birisi, bu tanrıçanın su inancıyla yakın ilişkisidir. Nitekim onun adına tapınaklarda içinde Fırat’ta getirilmiş kutsal balıkların olduğu havuzlar inşa edilmiştir. Harran, Urfa, Baykan, Dalos, Mınbıc ve Aşkelon’daki kutsal havuzlar bu inancın yayılma alanını göstermektedir.

Addai ve Bardaysan’dan öğrendiğimiz kadarıyla bu inancın merkezi, Suruçlu Yakup’un “Harran’ın kız kardeşi” olarak adlandırdığı Mabbug / Hierapolis’tir. Bu şehir günümüzdeki Mınbıc şehridir. İlginçtir ki Atargatis, tanrı-kral Addad / Haddad ile evlidir ve onun da makamı günümüzdeki Azzaz’dır ve Harran’da da onuna adına Azuz adıyla bir tapınak inşa edilmiştir Addad ismi Azzaz’a, Harran’da Azuz’a, sonraki dönemlerde de Aziz adına dönüşmüştür. Suruçlu Yakup’tan anladığımız kadarıyla Harran ve Mabbug, bahar kültürünün yaygın olduğu inançları ve gelenekleri sebebiyle akrabadırlar. Bu anlamıyla Ezdilikteki Nisan bayramlarını, Babillilerin Akitu bayramını, Hristiyanların Paskalyasını yeniden incelemekte fayda olacaktır. 

Urfalıların ilginç pagan adetlerinden biri de erkeklerin kendini Atargatis’e adamak için hadım etme geleneği imiş. Bardaysan, Kral Abgar’ın Hıristiyanlığa geçtikten sonra Atargatis için uygulanan birçok adeti yasakladığından bahsediyor.  Onun ifadesi tam da şöyle: “Suriye ve Urfa' da Tar'ata'ya tazim amacıyla kendini hadım etme âdeti vardı. Ancak Kral Abgar ihtida ettikten sonra, kendisini hadım eden her erkeğin elinin kesilmesini emretti. O günden bugüne Urfa bölgesinde kimse kendini hadım etmemektedir.”

Anlaşılan o ki Hıristiyanlık ve İslam, bölgenin kendisinden önceki kültür ve inançlarını yutarken biraz da onlara benzemiş ve onların birçok geleneğini yasaklarken bazılarına karşı kendini koruyamamış ve onları da içine almıştır. Urfa’daki Balıklıgöl de bunlardan birisi.

                                                                                İ.Halil BARAN Yazısı….

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yeniurfagazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.