OSMANLI DA NAKİBÜ'L EŞRAFLIK MÜESSESESİ NASIL KURULDU

“SEYYİDLER VE ŞERİFLER NASIL KAYIT ALTINA ALINDILAR

Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezid, bir gün kederli ve düşünceli bir hâldeydi. Onun bu hâlini fark eden vezir Çandarlı Ali Paşa:

“-Efendim! Sizin bu hâliniz bizi endişelendirmektedir. Derdiniz nedir?” diye soruverdi. Büyük sultan:

“-Devlet işleri zordur; zaman olur insanların kalbini kırıveririz. İçimi sıkan şey odur ki, ya gönlünü kırdığımız kimse Allah dostu ise, hele de Peygamber Efendimizin soyundan mübarek birisi ise… O zaman biz bu vebâli nasıl kaldırırız? Ya emrimiz altında bulunurlarken kirli ve güç işlerde onları çalıştırıyor ve kalplerini kırıyorsak? Söyle bana Devlet-i Osmanî’de Seyyidlerin ve Şerîflerin isimlerini, nerelerde yaşadıklarını ve durumlarını bilir misin?”

Çandarlı, tanıdığı birkaç ismi söylese de bu hususta tam bir bilgi sahibi değildi. Yıldırım Bayezid bir müessese kurularak, başına evlâd-ı Rasûl’den birisinin getirilmesini, devlet içinde yaşayan âl-i Rasûl’ün belirlenip doğumlarının ve ölümlerinin kayıt altına alınmasını, borç altında olmamaları, güzel işlerde çalışmaları için gayret edilmesini istedi. “Nakîbu’l-Eşrâflık” denilen bu müessesenin başına getirilecek kişinin de Emir Sultan Hazretleri tarafından belirlenmesini uygun gördü.

Durum, büyük velî ve seyyid Emir Sultan Hazretleri‘ne intikal ettirildi. Allah Rasûlü’nün soyundan gelen gönüller sultanı, böyle bir müessese kurulmasından çok memnun oldu. Osmanlı Devleti’nde ilk “nakîbü’l-eşrâf” olmak üzere, gözde talebelerinden ve evlâd-ı Rasûl’den bulunan Seyyid Ali Nattâ bin Muhammed’i görevlendirdi.

Osmanlı döneminde te’sis edilmiş bulunan Nakîbu’l-Eşraflık Müessesesi, sadece Evlâd-ı Rasûl’ün istismarlara karşı korunması vazifesini üstlenmekle kalmamış, aynı zamanda onların hukukunun muhafaza ve müdafaası işini de yürütmüştür. Devlet-i Aliyye, bu müessese kanalıyla “soy şeceresi” sahih olarak tespit edilen “Seyyid” (Hazret-i Hüseyin’in soyundan gelenler) ve “Şerîf”lerin (Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenler) kayıtlarını belli defterlerde tutturmuş ve bunları îtinayla muhafaza etmiştir. Hiç şüphesiz bu uygulama, Evlâd-ı Rasûl’e gösterilen derin hürmet ve muhabbetin bir nişânesidir.

“Nakîbu’l-Eşraf” seyyidlerden seçilir, ulemâ sınıfından sayılırdı. Padişahtan sonra en yüksek makam, onların makamı idi.

Padişah tahta çıktığında ilk biat eden, cülûs duâsını yapan, bayram tebriklerinde ilk tebrik edip bayram duâsını yapan, padişahlara zaman zaman kılıç kuşandıran bu mübarek insanlar olup, savaşlarda maiyyetlerindeki Evlâd-ı Rasûl ile sancak altında, Fetih Sûreleri okuyup tekbir ve salavâtlar getirirlerdi.

 Padişah, hürmeten sadece “Nakîbu’l-Eşrâf”ın karşısında ayağa kalkar, onları tahtın hemen yanı başına oturturlardı.”