KÜLTÜR ELÇİSİ ALİ TUTLUOĞLU, URFA'DAKİ KÜLTÜR VE SANATI DEĞERLENDİRDİ

İlk yazı ve şiirlerini Üniversite yıllarında yazmaya başlayan Eğitimci-Yazar şimdiye kadar birçok TV’de program, Gazetede de köşe yazarlıkları yaptı.

Yeniurfa Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şahban Kılıç ile birlikte ziyaret ettiğimiz Ali Tutluoğlu’na, Yeni hikaye kitabı “Gebece” nin okuyucularıyla buluşmasını, Doğduğu ve büyüdüğü yer olan adına türküler yazılan Karaköprü İlçemizi, Boş zamanlarında neler yaptığını ve daha birçok konuyu biz sorduk Eğitimci-Yazar Ali Tutluoğlu cevapladı.

MERHABALAR BİRAZ KENDİNİZDEN BAHSEDER MİSİNİZ?

“Evet, öncelikle güzel bir beyitle söze başlayalım.  “Her seherde Besmele ile açılır dükkânımız/Hazreti Şeyh Şâzeli’dir pirimiz üstadımız!” Söyleşimiz bereketli olur inşallah. Ben 1976 yılının bir haziran sabahında şu anki Urfa merkeze bağlı Karaköprü denilen devasa köyde doğmuşum. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Şanlıurfa’da tamamladıktan sonra, 2000 yılında Aydın-Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu oldum. 2002 yılında ise vatani görevimi Diyarbakır’ın Hazro ve Silvan İlçelerinde kısa dönem olarak yaptım. Şanlıurfa’da Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ve idareci olarak çalıştım.  İlk yazı ve şiirlerim Üniversite yıllarında Cemre Dergisi’nde yayınladı. Halen bazı yerel-ulusal gazete, dergi ve haber sitelerinde kültür, sanat, eğitim,  ve sosyal içerikli  yazılar yazmakla birlikte,  GAP Gündemi Gazetesi’nde köşe yazıları ve makalelerim yayınlanmaktadır. 2003-2009 yılları arasında Memur-Sen Konfederasyonu, Eğitim-Bir-Sen Şanlıurfa Şubesi’nin  Basın-Yayın işleri yürüttüm. Şubenin altı sayılık dergisini çıkardım. GTV’de DURU TV’de Kültür-Sanat-Edebiyat programları yaptım. Şu an ise Şanlıurfa Sosyal Bilimler Lisesinde Okul Müdürü/Edebiyat Hocası olarak görevime devam etmekteyim. Evliyim, Şebnem, Muhammed Alper, Osman ve Güzide Öykü’nün babasıyım.”

ÖNCELİKLE HAYIRLI OLSUN. YENİ HİKAYE KİTABINIZ “GEBECE” İSMİYLE OKUYUCULARIYLA BULUŞTU. BİRAZ BİZE KİTABINIZ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ?

Teşekkür ederim. Evet, yeni kitabımız 13 Mayıs itibariyle okuyucularımızla buluştu. UrfaCtiy AVM’de bir imza günü söyleşi tarzında tanıtımla okuyucularımızın beğenisine sunduk. Rabbim inşaAllah mahcup etmez. Kitabımızın bir hikaye kitabı malumunuz. 16 hikayecikten oluşuyor. Her bir hikaye ayrı dünyalardan bahsediyor. Tabi masal tarzı hikayelerde var. Bunun yanında manevi dinamiklerimizi anlatan mesela Dede Osman Avni Hazretleri, Şazeli Ali Dede gibi önemli şahsiyetlerle ilgili hikayevari menkıbelerden bahsettik.”

HOCAM PEKİ “GEBECE” NEDİR BU GEBECE? NEDEN BAHSETMİŞSİNİZ, BİRAZ DA ONUN HAKKINDA KONUŞALIM

“Evet, Gebece kitabımızın favori hikayesi. Aynı zamanda kitabımızın ismi. Gebece deyince birçok şey akla geliyor tabii anlamını bilmeyen için bir şeyler ifade etmiyor. Kitabımızın kapak fotoğrafına bir ekine durmuş başak fotoğrafı koyduk yanı “Buğday Başağı” demek doğmakla, doğumla ilintili bir şey. Bir de Antalya’nın Manavgat ilçesinde bir köyün ismi, tabii onunla alakası yok bizim anlattıklarımız. Kapak fotoğrafında görüldüğü gibi oradaki bir yerin ismi. Eskiden Karaköprü’de şu an ki nar heykelinin biraz batı kısmındaki refüjün tam ortasında üç gözlü bir pınar varmış. Şu bizim Devteşti, Gölpiyar, Edene gibi yerlere benzeyen çok güzel suların çıktığı bir yer. İşte oraya gebece derlermiş. Ve buranın suyu çok hoş ve çok lezzetliymiş aynı zamanda da kutsal. İşte buraya insanlar gelip dilek dilermiş, çaput bağlarmış etrafındaki çınarlara, dut ağaçlarına vs… Sonrasında bu su o kadar şifalıymış ki çocuksuzluk hastalığına iyi gelirmiş. Yani şu anki bazı hastalıkları def ediyormuş. İşte buraya gidip o suyu içen ve evine götürüp elini yüzünü yuyan ve yıkanan insanlar, bir de duasını halis bir kalple yapan kadınların çocukları oluyormuş. Ondan dolayı da işte buraya gebe, gebe sonrasında da olmuş hamilelikten ötürü yani “Gebece” biz de aldık bu efsaneyi masalımsı tarzda hikâyeleştirdik. Anlayacağınız postmodern bir hâket çıktı ortaya. Çünkü orası eski insanlar için kutsal bir yerdi. Mesala eskiden  düğün olduğunda damadı götürüp orada giydirirlerdi ve o suya atarlardı. Eğlenirlerdi ve niçin attıklarını da biz “Gebece” isimli hikayemizde onu da okuyucularımız okursa meraklarını gidermiş olurlar. Çünkü orası kutsal bir yer gibi algılanırdı eskiden.”

HOCAM ÇOK GÜZEL ANLATIYORSUNUZ DA YA PEKİ ŞİMDİ ORASI DURUYOR MU?

“Evet, duruyor. Tabii olarak Karaköprü İlçemiz şuan ki göründüğü gibi bir yer değildi 20 yıl önce. Bir köydü. Merkeze yakın olduğundan dolayı 30 yıl öncesini bir düşünün. Geniş bir coğrafya ortasından serin suların aktığı bir narlı dere. Her türlü meyvenin yetiştiği bahçeler ve Nefi’nin şiirlerine konu alacak kadar bir huzur yeri. Esentepe’den baktığınızda bir mesire alanını anımsatan uzun servilerin ve yeşilin tüm tonlarını barındıran  parnasyanların taplolarını anımsatan şiir gibi bir yer. Her yerinden suların fışkırdığı, biraz kazdığınızda tertemiz suların kuzladığı pınarlarla dolu bir yerdi. Mesala Havuzlu Bahçe, Kayadibi, Akpiyar, Karapiyar, Aliver, Başdeğirmen, Piyar vs. benim aklıma gelen ve yetiştiğim bazı yerlerdi. Onun için Karaköprü yemyeşil bir yerdi. Ve buradaki sebzelerde çok lezzetli ve şifalıydı. Mesala bamyası, frengi, isotu, patlıcanı, günebakanı, darısı hepsi çok kıymetliydi. Hele narları zaten türkülere konu olmuştur siz de birlisiniz. “Karaköprü narlıktır/Güzellik bir varlıktır/Şal aba giyinenler/Sevdiğine layıktır/Havar dile dile le dile le le…” der söz ustası. Zamanla değişen ve dönüşen dünya bizim buraları da öğüttü. Aldı götürdü bütün değerlerimizi. İşte bazen birileri için hayırlı olan şey bazıları için ise zorluk ve yokluk olabiliyor. Urfa tüneli Karaköprü’nün altından geçince bizim o suların hepsi çekildi, tabi Gebece’de kurudu. O tertemiz usul usul akan dere, sular, pınarların yerlerinde yeller sıcak esmeye başladı. Karaköprü’yü çöle dönüştürdü aynı kuzeyde nasıl bazı güzelim köyler suyun altında kaybolup gittiyse bizim Karaköprü’de kısa bir sürede fotoğraflarda birer anı olarak kaldı, gitti. İşte sonrasında senenin iyi geldiği yıllarda bazen “Gebece” gelirdi. Şu an da oradan su çıkıyor. Ben önceki belediye başkanına arz etmiştim. Oradaki suyu değerlendirsinler diye. Bir çeşme yaptırdılar. Şu an o çeşmenin musluğu kırılmış. Bir tas koymuşlar zincire bağlı eğilmiş bükülmüş. Musluğun etrafı paslanmış, yosunlaşmış ve su şu an kanalizasyona gidiyor falan filan bence zülfüyare dokumayalım… Başka memlekette olsa o su değerlendirilir ve şişelenerek satışı bile yapılır inanın ama bizim buralarda siz de biliyorsunuz ki birbirimizle uğraşmaktan, taziyeye gitmekten, esnaf ziyareti yapmaktan yöneticilerimizin böyle icraatlar yapmaya ne vakitleri var nede etrafındaki danışmanlarının onlara iletmeye mecali var. Mevcut belediye başkanımıza da ben geçenlerde ilettim bir toplantıda, bakalım inşallah değerlendirirler.

HOCAM BİZE “GEBECE”DEN BİR BÖLÜM PAYLAŞIR MISINIZ?

“Tabiî ki. … Asbap gecesinin vazgeçilmez mekânıydı burası. Damat giydirme töreni burada yapılırdı. Önceden hazırlanan gümüş sininin içine gömlek, kravat, takım elbise, çorap ve kundura konulurdu. Bunları davul gümbürtülerinin arasında türküler söyleye söyleye Aziz Ağa’nın başının üstünde taşıttırarak güle oynaya gidilirdi Gebece ‘ye. Her damadın kaçınılmaz sonuydu elbiseleri giydirilmeden önce Gebece ‘ye atılmak. Neşeyle, muhabbetle damadın yanık sesli kirvesi elini kulağına kapatarak lacivert geceye hoyrat çekerdi. “Muradı böyle/Akar gider kardaş/Muradı böyle/Ah ben derdimi felekten sordum/Felek gideli kardaş/Muradı böyle/Ah gül idim kardaş fidan oldum/El kahrını kardaş/Yine bugün yutan oldum/Gündüzler hayalimde geceler/Şirin uykumdan oldum/Yaralıyam yine ben/Derdimi kime diyem, nasıl edem ahh…” ve sonunda damat Gebece’nin o şifalı serin suyuyla sırılsıklam olmuş bir şekilde çıkardı en yakın dostlarının karşısına. Umuttu gebece, neşe kaynağıydı ve günahlardan arınmaktı aynı zamanda. Tertemiz, saf bir şekilde dünya evine girmekti oranın maneviyatına inananlar için. Kirve tarafından giydirilen damatlıktan sonra dönülürdü neşeli türkülerle birlikte düğün evine.”

HOCAM BAŞKA NELER YAPIYORSUNUZ?

“Branşımız icabı daha çok kültürel anlamda çalışmaların içindeyiz. Biz okumanın mübtalası olmuş kişleriz. Okuyoruz, okuduklarımızı tahlil ediyoruz ve gözlemliyoruz. Bu faaliyetlerimizi de yazıya geçiriyoruz ki tarihe not düşelim kişisel olarak. Çünkü yazmak meydan okumaktır zamana. Nisan ve mayıs ayı Urfa’nın en güzel ve en hareketli aylarıdır bizde bu aylarda karınca kararınca elimizi taşın altına koyup bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Mesela okulumuzda Edebiyat kulübü öprencilerimizle ulusal düzeyde bir dergi çıkardık. “Nardan” ismini koyduk, yaşadığımız yeri sembolize ettiği için. Okul olarak Valilik Himayesinde “Şanlıurfa Aydınlarını Tanıyor Projesi” kapsamında beş aydır çalıştığımız bir “Tanpınar Okumaları” Sempozyumu yaptık. Çok güzel dönütler aldık . Proje kapsamında Şanlıurfa Valimiz Göngör Azim Tuna’nın çok büyük katkılarını gördük, öğrencilerimiz kendi sunumlarını yaptıktan sonra “Şanlıurfa Tanıtım Günleri”ne valilik tarafından götürüldü ve Ankara ve Eskişehir’de bizleri misafir ettiler. Kültür alışverişinde bulunduk çocuklarla beraber. 11 Nisan etkinlikleri kapsamında imza günleri düzenlemişlerdi. Bizi de davet ettiler “Şanlıurfalı Yazarlar” standında kitaplarımızı imzaladık. Bu arada Büyükşehir Belediyemize kitaba ve kitap okumaya önem verdikleri için sizler aracılığıyla teşekkür ediyorum. İnsanın kendisini tanıması, yaşamdan yudum yudum içmesi ve hayatın zorluklarına karşı direnç gösterebilmesi için önce hayatın ne olduğunu bilmesiyle başlar. Bu da okumakla, öğrenmekle ve gözlemlemekle olur. Hepsinin başında okumak vardır. Bismillahla başlayan bir okuma sizi geleceğe bağlar ve hedefinize doğru yelken açar. Şair demiştir ya: “Akıntıya doğru kürek çekenleri severim.” Evet; akıntıya kürek çekebilmeniz için öncelikle bilmeniz gerekir ne yaptığınızı. Nereye doğru gideceğinizi ve sonuç alacağınızı da.”

GÖRDÜĞÜMÜZ KADARIYLA KÜLTÜREL FAALİYETLERİN İÇİNDESİNİZ DAHA ÇOK, BUNLARIN DIŞINDA NELER YAPIYORSUNUZ?

Öncelikle ben bir Edebiyat Hocasıyım. Görevimin dışında kalan zamanlarda ise bir duyarlı vatandaş olarak herkes gibi bende duyarlılıklarımı söylüyorum, yazıyorum ve aktivist olarak duruş sergiliyorum. Bizim Karaköprü Ali Baba Kültür ve Dayanışma Derneği diye bir STK’mız var şu an onun Başkanlığını yürütüyorum. Burada da hizmet vermeye çalışıyoruz. Biz yılda bir defa yerle halkında desteğiyle Ali Baba Mahalle Muhtarı Mahmut Yılmaz’ın öncülüğünde tüm burada yaşayanlarla birlikte 500-600 kişilik bir hayrat yapıyoruz. Her yıl nisan ayının ikinci haftasında düzenlediğimiz bu hayratta binlerce insan gelip yemeğini yiyor. Ve duasını yapıyor. Bu gelenek yüzyıllardır yaşatılıyor biz de bunu yaşatıyoruz inşallah. Bu hayratta mevlitler okutuluyor IV. Murat’ın ve buranın manevi sahibi Şazeli Ali Dede’nin ruhuna…”

“GEBECE”DEN BAŞKA ESERLERİNİZ VAR MI? 

“Evet, çok şükür var. Bilirsiniz her eser yazarların çocukları gibidir. Bizimde 2010 yılında yayımladığımız deneme türünde “Hoşça Kal Nisan” isminde bir kitabımız ayrıca 2012 yılında şiir türünde yayımladığımız “Seni Düşünürken” isimli bir kitabımız mevcuttur.”

DEĞERLİ HOCAM BİZE SON OLARAK NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ. VAR MI BAŞKA KİTAPLAR UFUKTA?

“Gebece” isimli “Hayatın İçinden Bir Kahveci Çırağının Hikayeleri” kitabımız daha yeni çıktı. İnşallah geniş bir kitleyle buluşur ve herkes tarafından okunur. Tabi ki nasıl Yeni Türkiye deniliyorsa, Yeniden Türkiye deniliyorsa biz de yeni kitaplar ve yeniden kitap yazmaya devam edeceğiz diyoruz”. Diyerek sözlerini sonlandırdı.